Güneşli güzel bir gündü. Tren rayının kenarında üç beş çocuk, çelik çomak oynuyordu. İçlerinden en çelimsiz olanı Mehmet idi. Burada günler böyle geçerdi, tren yolu halkı derlerdi onlara. Babaları bu tren yolunun yapımında çalışıyordu. Sabahın erken saatlerinden, akşama kadar çekiç vuruyorlardı demir raylara. Onlarsa burda beş on haneli bir çadır kampında yaşıyorlardı. Çoğunun adı ahmet ile mehmet ti. Bir kaç Ali, çok az da sosyetik isme sahip çocuk vardı burada. Ama hepsi çelik çomak oynarlardı... Zaman zaman da rayların üstünde arka arkaya dizilir, tren taklidi yaparlardı ..

Babaları tren yolunun hem bitmesini hem de bitmemesini istiyordu. Eğer tren yolu biterse, bölge halkı için çok iyi olacaktı. Mallarını daha rahat satabilecekler, kasabadan şehre ulaşım daha rahat olacaktı. Ama tren yolu biterse, Mehmet'in babası da diğerleri gibi işsiz kalacaktı...

Bu durum onları hiç yavaşlatmadı. Canlarını dişlerine katarak çalışırlardı. Onların da adları pek farklı değildi. Bolca Ahmet, Mehmet, biraz Ali, az biraz da Hüseyin vardı aralarında. Ama birbirlerine "gardaş" diye hitap ederlerdi. Bizim ufak Mehmet ilk "gardaş" dediğinde, burnundan soluyordu. Altı yaşında bir çocuk, diğer bir çocuğun yakasından tutmuş, öfkeli gözlerle, gardaş diyordu bu raylardan tren geçecek, sen niye taş koyuyorsun oraya ... Mehmet rayları öylesine sahiplenmişti ki, bazen annesinden bir bez alır sağını solunu silerdi. Sümüklü bir çocuktu o, sabah akşam pijamalarıyla sokakta gezer, annesi arkasından koşturup zorla ekmek arası birşeyler yedirirdi. Peynirden çok hoşlanırdı, yanında domates varsa ziyafet, üzerine bir de kola içerse cennet olurdu onun için..

Bir gün Mehmet'in babası eve çok üzgün döndü. Küçük bir evleri vardı zaten, çadırın içinde üç çocuk, bir anne, bir de baba yaşarlardı. Babası eve geldiğinde Mehmet yine rayların oradaydı. Koşa koşa, babasının kucağına atladı. Ama babası bu sefer onun saçlarını okşayıp, aslan oğlum benim dememişti. Sessizce elinden tuttu, evlerine gittiler. Annesi yemeği hazırlamıştı. Bu akşam mönüde mercimek çorbası vardı, dün tarhana bir önceki gün de şehriye çorbası.. Tüm aile yemeklerini yerken, babası konuşmaya başladı. .

Mehmet, altı yaşında bir çocuğa göre oldukça zekiydi, tren yolunun artık bittiğini, buradan taşınmak zorunda kaldıklarını yakında bu evlerin yerine bir istasyon yapılacağını duyduğunda bunu soğukkanlılıkla karşıladı. Tüm aile elele tutuştular ve bir otobüse bindiler. Mehmet henüz okuma yazma bilmiyordu, nereye gittiklerini anlayamadı. Uzunca bir süre gittiler. Burası köyleriydi, daha önce babası onları getirmişti. Dört ayaklı, siyah, üzerinde beyaz benekleri olan büyük köpeğin, inek olduğunu, boynuzlu olanın boğa olduğunu biliyordu. Kafalarının üstünde, kırmızı parmakları bulunan, küçük iki ayaklı köpeklerin de tavuklarla, horozlar olduğunu yeni öğrenmişti. Bir de normal köpekler vardı tabii..

Mehmet o gün koşa koşa eve geldi, artık on yaşında koca bir adamdı. Babası eve gazete getirmişti, evde okuma yazma bilen bir tek Mehmet vardı o yüzden gazeteleri o okurdu. Ana haber bülteni spikeri gibi konuştukça, tüm aile onu dinlerdi. Mehmet spor sayfasını es geçti, bu sefer ana sayfadan başlayacaktı.

Resimlere baktı, rayları gördü. Ah dedi bizim raylara ne kadar da çok benziyor. Ve işte kocaman da bir tren var dedi. Ama tren raylarda değildi, insanlar da içinde değildi.. Sağda solda yerde yatıyorlardı. Mehmet bunlara ölü dendiğini biliyordu, onlar yemek yemez, su içmez, gazete okumazlardı. Hep uyurlardı, ve rahatsız edilmek hiç hoşlarına gitmezdi.

Mehmet, Sakarya'nın Pamukova ilçesinde, yani eski evlerinin orda tren kazası olduğunu öğrendi ve detayları okurken iki damla gözyaşı aktı gazetenin üzerine. Alttaki magazin haberlerinden birindeki makyajlı kadının rimellerine düşmüştü gözyaşı. Resimdeki kadının rimelleri akıyordu, Mehmet'in gözyaşıyla..

Mehmet'in babası bilmediği bir dilde bir şeyi üç kez söyledi, sonra başka bir şeyler daha fısıldadı. Mehmet raylara baktı, etrafındaki çocuklar çelik çomak oynamıyordu.

Mehmet, birşey daha öğrenmişti, ölüler çelik çomak da oynamazdı...

NOT : Bu hikayeyi Sakarya'nın Pamukova ilçesinde 22 Temmuz 2004 tarihinde, 41 kişinin ölümü ve 89 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan kazanın ardından yazmıştım.